Almanya'da aşırı sağa karşı 'oy' kalkanı... İş göçmenlere düştü

Çok kültürlü Almanya'da aşırı sağ hızla yükselirken göçmen seçmenler, demokrasinin korunmasında kritik bir rol oynuyor.

Almanya, tarih boyunca çok kültürlü yapısı ve göçmen kabulü konusunda önemli bir rol oynamış bir ülkedir. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ekonomik kalkınmanın desteklenmesi için davet edilen “Misafir İşçi” (Gastarbeiter) programı, Almanya’da çok kültürlülüğün temellerini atarken, özellikle Türk kökenli toplulukların bu yapıdaki önemi yadsınamaz. Bugün ise bu topluluklar, Alman vatandaşlığına geçerek seçme ve seçilme haklarını kullanabilen bir kitleye dönüşmüştür. Ancak, Almanya’da göçmen kökenli seçmenlerin demokrasinin korunmasındaki önemi, aşırı sağın yükselişiyle birlikte daha kritik bir hal almıştır.

ALMANYA’DA AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ

Almanya’da aşırı sağın yükselişi, yalnızca Almanya’nın iç huzurunu değil, dünya barışını ve insanlığın geleceğini de tehdit eden ciddi bir tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür ideolojilerin, tarihte yıkıcı sonuçlara yol açtığı acı tecrübelerle sabittir. Aşırı sağın günümüzde geri dönüşü, toplumsal kutuplaşmayı artırarak Almanya’nın demokratik yapısını zayıflatabilir ve uluslararası arenada güvensizlik ortamı yaratabilir. Özellikle radikal çıkışlar ve düşmanlık içeren söylemler, yalnızca Almanya’da değil, diğer ülkelerde de benzer hareketlere cesaret vererek küresel bir tehdit oluşturabilir.

Elon Musk gibi etkili ve küresel ölçekte tanınan bir figürün, aşırı sağ eğilimlere sempatiyle yaklaşması ve bu hareketlere destek verdiğini ima eden davranışları, bu tehdidi daha da büyütmektedir. Hitler döneminin karanlık geçmişine benzer sembollerle bu hareketlere destek verilmesi, masum bir eylem ya da tesadüf olmaktan uzaktır. Musk gibi geniş bir platforma ve etkiye sahip bir kişinin bu tür tehlikeli ideolojileri normalleştirmesi, yalnızca aşırı sağın güçlenmesine değil, aynı zamanda nefretin, ayrımcılığın ve hoşgörüsüzlüğün yayılmasına zemin hazırlayabilir. Bu tür davranışların, özgürlük, eşitlik ve insan hakları gibi evrensel değerlere darbe vurduğu göz ardı edilmemelidir.

Bu tür partilerin ve liderlerin varlığı, sadece Almanya için değil, tüm insanlık için büyük bir tehdittir. Aşırı sağ ideolojiler, toplumsal barışa ve evrensel değerlere karşı bir saldırı niteliğindedir. Bu nedenle, toplumların bu tür radikal hareketlere karşı birleşmesi, demokrasi ve insan haklarını savunmaya devam etmesi hayati önem taşımaktadır. Tarihin acı dersleri, bu tür ideolojilerin yayılmasına izin verilmesinin ne kadar yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini göstermiştir. İnsanlık, aynı hataların tekrarlanmaması adına kararlı bir şekilde bu tehlikeye karşı durmalı ve barış ile hoşgörüyü korumak için elinden geleni yapmalıdır.

AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ VE TEHLİKELERİ

Son yıllarda Almanya’da aşırı sağ partiler, ekonomik krizler, enerji fiyatlarındaki artış ve göçmenlere yönelik tepkilerin artması gibi sebeplerle güç kazanmaktadır. Bu partiler, yenilenebilir enerjiye karşıt politikaları, çoklu kültürlülüğe olan düşmanlıkları ve Avrupa Birliği’ne mesafeli duruşları ile sadece Almanya’nın değil, küresel istikrarın da zarar görmesine yol açabilir. İç politika ve dış politika alanlarında şiddetli bir kutuplaşma yaratan bu yaklaşım, özellikle göçmen kökenli topluluklar üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır.

Aşırı sağın enerji politikaları örneğin, yenilenebilir enerji projelerine karşıtıyla bilinirken, bu durum Almanya’nın enerji bağımsızlığı ve iklim hedeflerine ciddi zararlar verebilir. Bunun yanında, çok kültürlü toplum yapısına olan tehdit, Almanya’nın şu ana kadar inşa etmiş olduğu tümlemleştirici kimlik anlayışını baltalayabilir. Bu partilerin propagandaları, göçmen toplulukları hedef alarak ayrımcılığı körüklemekte ve toplumda ciddi bir ayrışma yaratmaktadır.

YEŞİLLER VE SPD POLİTİKALARININ ANALİZİ

Merkel dönemindeki istikrarlı ve barışçı politika anlayışının aksine, son yıllarda Yeşiller kökenli Dışişleri Bakanlığı’nın tutumları, hem Almanya’nın iç hem de dış politikasında esneklikten uzak bir çizgide ilerlemektedir. Özellikle Ukrayna savaşı sürecinde dış temsilciliklerde Ukrayna bayrağının Almanya bayrağıyla birlikte asılması, Alman diplomasisinin tarafsızlık ilkesinden uzaklaştığının somut bir örneğidir.

Bu durum, hem iç politikada hem de dış politikada Almanya’nın uluslararası itibarını zedelemekte, ayrıca enerji krizi gibi alanlarda çözüm odaklı bir yaklaşımı engellemektedir.

SPD ise tarihsel olarak çoklu kültürlülüğü destekleyen bir parti olarak, göçmen kökenli seçmenlerin haklarını savunma konusunda önemli bir yere sahiptir. Ancak, SPD’nin şu anki koalisyon ortaklarıyla uyumsuz politikaları, etkin bir muhalefet ve çözüm sunma kapasitesini sınırlamaktadır.

ANNALENA BAORBOCK’UN SORUMSUZCA DAVRANIŞI

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un dış politikadaki tutumu, birçok çevrede eleştirilere neden olmuştur. Özellikle Ukrayna sürecinde izlediği partizanca yaklaşım, Almanya'nın geleneksel tarafsızlık ve diplomasi zemininden uzaklaşmasına yol açmıştır. Silahlanma için ayrılan büyük bütçe, yalnızca ülkenin ekonomik dengelerine zarar vermekle kalmamış, aynı zamanda Almanya’nın barış yanlısı uluslararası imajını da zedelemiştir. Baerbock’un Amerika Birleşik Devletleri’ne yakın duruşu ve zaman zaman bu çizginin bir borazanı olarak algılanan politikaları, Almanya'nın kendi bağımsız ve dengeli dış politika kimliğinden ödün vermesine neden olmuştur.

Bugün gelinen noktada, Almanya'nın uluslararası arenadaki etkisi ve güvenilirliği sorgulanır hale gelmiştir. Alman dış politikasının bağımsızlığını ve gerçekçi yaklaşımını yeniden kazanması için, partizanca tutumlardan uzaklaşılarak, daha yapıcı ve kapsayıcı bir diplomasi anlayışının benimsenmesi gerekmektedir. Baerbock’un dış politikadaki bu yaklaşımları, Almanya’yı sadece küresel bir aktör olarak değil, aynı zamanda kendi içindeki politik istikrarını da riske atan bir noktaya getirmiştir. Bu, hem Almanya’nın geleceği hem de Avrupa’nın bir bütün olarak istikrarı için yeniden değerlendirilmesi gereken bir durumdur.

SPD VE ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK

Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD), Willy Brandt ile başlayan ve günümüze kadar süregelen çok kültürlü yaşamı destekleyen politikaları, Almanya’nın modern, kapsayıcı ve hoşgörülü bir toplum olmasında kritik bir rol oynamıştır. Willy Brandt’ın “daha fazla demokrasi” söylemi ve toplumsal uzlaşmayı teşvik eden liderliği, Almanya’da göçmenlerin ve farklı kültürel kimliklerin topluma entegrasyonunu teşvik eden bir dönüm noktası olmuştur. Özellikle, Brandt’ın “Doğu Politikası” ile yalnızca dış politikada değil, içeride de daha açık ve anlayışlı bir yaklaşım sergilemesi, Almanya’nın çok kültürlü yapısına olumlu katkılar sağlamıştır. Bu samimi duruş, SPD’nin farklı kültürleri zenginlik olarak gören bir yaklaşımı benimsemesinin temel taşını oluşturmuştur.

Helmut Schmidt döneminde de SPD, çok kültürlü yaşamın Almanya için önemini vurgulamaya devam etmiş ve ekonomik refahın yalnızca Alman vatandaşlarının değil, göçmenlerin de katkılarıyla mümkün olduğu fikrini savunmuştur. Göçmen işçilerin Almanya’nın kalkınmasındaki rolü ve topluma entegrasyon süreçleri, bu dönemde SPD’nin politikalarının ana eksenlerinden birini oluşturmuştur. Schmidt’in liderliğinde, Almanya’ya gelen göçmenlerin eğitim, sosyal haklar ve iş güvencesi gibi alanlarda daha iyi koşullara kavuşmaları hedeflenmiş ve bu süreçte SPD’nin samimi çabaları gözlemlenmiştir. SPD, göçmenlerin yalnızca geçici iş gücü olarak değil, toplumsal yapının kalıcı bir parçası olarak kabul edilmesi gerektiğini savunarak önemli bir vizyon ortaya koymuştur.

Bugün de SPD, Almanya’daki çok kültürlü yaşamın korunması ve geliştirilmesi için güçlü bir duruş sergilemektedir. Almanya’da yaşayan göçmenler ve henüz Alman vatandaşlığına geçmemiş bireyler için SPD’nin kapsayıcı politikaları, ülkeyi bir çekim merkezi haline getirme potansiyeline sahiptir. Bu politikaların devamlılığı, hem Almanya’da toplumsal barışı ve refahı güçlendirecek hem de göçmenlere aidiyet hissi kazandıracaktır. Çok kültürlülük, yalnızca bir hedef değil, aynı zamanda Almanya’nın küresel anlamda bir model toplum haline gelmesi için stratejik bir gerekliliktir. SPD’nin samimi yaklaşımı, bu dönüşümün öncüsü olabilecek bir temele dayanmaktadır ve desteklenmesi, Almanya’nın geleceği için kritik önemdedir.

GÖÇMEN KÖKENLİ SEÇMENLERİN ROLÜ

Almanya’da yaklaşık 3 milyonu Türk kökenli olmak üzere toplamda milyonlarca göçmen kökenli birey, seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Bu kitlenin sandık başına gitmesi, Almanya’nın demokratik yapısının korunması ve çok kültürlü bir toplumun gelişimi için kritik bir öneme sahiptir. Göçmen kökenli seçmenler, aşırı sağın yükseldiği bölgelerde denge unsuru olabilecek potansiyele sahiptir.

Bu nedenle, göçmen kökenli Alman vatandaşların seçimlere aktif katılımı, çok kültürlülüğü destekleyen partilerin yükselmesine katkı sağlayabilir. Özellikle SPD gibi partilerin desteklenmesi, toplumsal barışın ve ekonomik istikrarın yeniden tesis edilmesi için hayati bir adımdır.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Seçim Bilinci Artırılmalı: Göçmen kökenli bireylerin siyasi bilinci geliştirilmeli, seçimlere katılımlarının önemi vurgulanmalıdır.

Aşırı Sağ Propagandaya Karşı Bilgilendirme: Aşırı sağın zararlı etkileri konusunda toplumu bilinçlendiren kampanyalar düzenlenmelidir.

Diplomasiye Dönüş: Almanya, dış politikada esneklik ve tarafsızlık ilkelerine geri dönmelidir. Bu, ülkenin uluslararası itibarını yeniden kazanmasını sağlayacaktır.

SONUÇ VE ÇAĞRI

Almanya, tarihsel olarak çok kültürlülüğü ve demokrasi değerlerini benimsemiş bir ülke olarak, aşırı sağın yükselişiyle karşı karşıyadır. Göçmen kökenli seçmenlerin bu tehlikeyi bertaraf etmek için oynayabileceği rol, bugün her zamankinden daha önemlidir. Sandıklara giderek demokratik haklarını kullanmaları, hem Almanya hem de Avrupa’nın çok kültürlülüğünü koruma mücadelesine büyük katkı sağlayacaktır. Almanya’nın geleceği, herkesin aktif katılımı ve demokratik düşünceye olan bağlılığıyla şekillenecektir.

Odatv.com