Çabuk yoruluyorsanız ve uyumak çözüm olmuyorsa nedeni bu olabilir

Dr. Hüseyin Nazlıkul yazdı...

Genel olarak bakıldığında bedendeki asitleşmenin ortaya çıkardığı hasar ve hastalıklar daha iyi anlaşılır. Günümüzde asitleşmenin hastalıklar üzerindeki etkisi çok daha iyi bilinmektedir. Bazı hastalıklar asitleşmenin yol açtığı tipik hastalıklardır.

Romatizma bir asidoz hastalığıdır. Evet, yanlış okumadınız; bugün pek çok romatizmal hastalığın temelinde bedende birikmiş olan asitlerin yattığını artık biliyoruz. Hayvansal protein tüketen, özellikle et ve peynir yiyen kişilerde aşırı miktarda ürik asit oluştuğu görülmekte ve bu durum laboratuvar verileriyle de ölçülebilmektedir.

Kanda artmış olan ürik asidi asitli tuzlara çevirmek için çok miktarda bazik elemente ihtiyaç vardır. Bazik, diğer adıyla alkali özellik taşıyan elementlerin başında da sodyum, potasyum, kalsiyum, flor, klor ve magnezyum gelmektedir.

Oluşan ürik asit, ürik asit kristallerine dönüştürülerek depolanır. Böbrekler idrar yoluyla belli miktardaki ürik asidi dışarı atar. Eğer protein alımı özellikle hayvansal gıdalar tüketilmeye devam edilirse veya dişlerde çürük oluşmuşsa böbrekler bu kristalleri dışarı atamaz. İşte vücuttan dışarı atılamayan bu oluşumlar ürik asit tuzuna çevrilerek depolanır. Bu kristaller öncelikle bağ dokusu ve kıkırdak dokusuna yerleşerek eklem ve yumuşak dokularda bildiğimiz romatizmal ağrıları ortaya çıkarır.

BU YORGUNLUK UYUMAKLA GEÇMEZ

Hayvansal besinler örneğin peynir, et ve et ürünleri vücudumuzdaki H+ (hidrojen) ve C+ (karbon) iyonlarının yükselmesine neden olur. Bunu nötrleştirmek için O2 (oksijen) iyonları gerekir ve sonuç olarak H2CO3 (karbonik asit) ortaya çıkar. H2C03’ün aşırı yükselmesi kanın asitleşmesine yol açar ve bu da büyük tehlike demektir. Oluşan H2CO3, H2O’yla (su), yani idrar yollarıyla; CO2 (karbondioksit) ise solunum yollarıyla dışarı atılır. Etin kendisi aslında fazla asitli değildir, ancak vücut bunu işleme tabi tutarak asitleştirir ve bu işlem esnasında vücudumuzda asit birikmeye başlar. Asitleşmeyi durdurmak için beyin akciğerlere oksijen alımını yavaşlatmayı emreder. Oksijen alımının yavaşlamasıyla birlikte hücreler iyi beslenemez ve kişi çabuk yorulur. Bu yorgunluk uyumakla geçmez. Sorunun çözümü için hayvansal gıdalarla beslenme azaltılmalıdır.

Midenin zayıflaması veya iltihaplanması nedeniyle kaliteli ve yeterli sodyum bikarbonat üretilemez. Bu da vücudun asitleşmesini önleyen en önemli faktörün, yani sodyum bikarbonatın yetersizliğine ve dolayısıyla asidoza sebep olur. Asidoz sonucunda kalp ve kan dolaşımıyla ilgili rahatsızlıklar, hazımsızlık, bağırsaklarda aşırı gaz oluşumu, kabızlık, romatizmal ve diğer iltihaplı hastalıklar, gut hastalığı, şeker ve kanser gibi birçok hastalık ortaya çıkar.

Pankreas bezi salgıladığı sodyum bikarbonatla mide asidini nötrleştirir. Eğer pankreas yetersizliği söz konusuysa yeterli enzim üretilemez ve kandaki asit-baz dengesi bozulabilir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi asit-baz dengesinin bozulması, birçok hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörlerin başında gelmektedir.

BU KISIR DÖNGÜNÜN KIRILAMAMASI...

Bu hastalıkların başında alerjik hastalıklar, enfeksiyon hastalıkları, kronik yorgunluk, bel fıtığı, kas ve eklem rahatsızlıkları, yüksek tansiyon ve mide-bağırsak rahatsızlıkları gelmektedir. Bu nedenle alkali besinleri ağırlıklı olarak tüketmek gerekmektedir. Bu besinlerin başında da sebzeler ve tam tahıllar gelir.

Yanlış beslenmeye bağlı olarak bağırsakların pH değeri 7 (nötr) veya biraz üzerine çıkarsa besin maddelerinin sindirimi sırasında ortaya çıkan amonyum (NH +) amonyağa (NH) dönüşür. Amonyak pozitif veya negatif yüklü olmadığı yani nötr olduğu için kolaylıkla hücrelere sızar ve buradan kana karışır.

Kandaki amonyak ile biyojen aminler ve mikroorganizmaların salgıladığı zehirli gaz ve zehirli alkoller karaciğer tarafından nötrleştirilmeye çalışılır. Bu işlem sırasında karaciğer, üzerindeki yük arttığı için yorulur ve kendi asıl görevi olan enzim üretimini sağlıklı bir şekilde yapamaz. Aktif görevini yapamayan karaciğer, çeşitli hastalıkların oluşumunu kolaylaştırır. Bu durumun uzun sürmesi bağırsak florasının bozulmasına ve daha çok artık maddenin üretilmesine neden olur. Bu kısırdöngünün kırılamaması pek çok kronik hastalığın ortaya çıkmasına neden olur.

Bağırsak florasının bozulması, cilt hastalıkları, alerjiler, romatizmal hastalıklar, migren, yüksek tansiyon, stres, uyku düzensizlikleri gibi pek çok hastalığın oluşmasına zemin hazırlar. Amonyak, hücreler için tehlikeli bir zehirdir, amonyumsa bağırsak mukozasını temizleyici özeliklere sahiptir.

Mide-bağırsak yetersizliğine neden olan bir diğer faktör, fastfood, konserve, çikolata, şekerli içecekler, limonata, kola, fanta ve aşırı katkı maddesi içeren besinlerin tüketilmesi ve çeşitli kimyasal ilaçların dikkatsizce kullanılmasıdır. Bu ilaçlar içinde en tehlikeli olanı bağırsak florasını ve mide mukozasını tahrip eden antibiyotiklerdir. Bu kişilerde çok kolay gastrit gelişir. Bağırsak florasının bozulması ve iltihaplanmasıyla beraber, azalan faydalı bakterilerin yerini kandida dediğimiz mantarlar istila etmeyi başlar. Böylece mide yeterince intrensek faktör salgılayamaz ve bağırsaklardaki mantarlar da sürekli mikotoksin (mantar zehirleri) üretir.

Mideden salgılanan intrensek faktör, B12 vitamini, folik asit, metiyonin ve minerallerin bağırsaklar tarafından emilmesini sağlar. Kısacası diyabet hastaları için insülin ne kadar önemli ise besinlerin sindirilmesi için de intrensek faktör o kadar önemlidir.

İntrensek faktör yeteri kadar üretilemezse vitamin ve mineral eksikliği ortaya çıkar. Bunun sonucunda da alerjiler, cilt hastalıkları ve sindirim sistemiyle ilgili çeşitli hastalıklar görülür.

Vücudu bu asitli durumdan kurtarmak için öncelikle detoks yapılmalıdır. Vücuda yerleşmiş olan toksin düzeyini Reviquant yöntemiyle tespit etmek mümkündür. Ayrıca dokularda bulunan ağır metallerin de bilinmesinde fayda vardır.

Söz konusu rahatsızlıktan kurtulmanın başlıca yollarından biri, düzenli ve yeterli su içmek ve özellikle alkali su tüketimine önem vermektir. Düzenli bedensel aktivite, solunum egzersizleri, kolon hidroterapi, nöralterapi, fitoterapi ve homeopatik destek, sağlıklı ve dengeli beslenme, kaliteli uyku ve stresle mücadele sayabileceğimiz diğer yöntemler arasındadır.

ASİDİTE VE KALSİYUMUN İLİŞKİSİ

Toksinler asit özelliktedir. Bağdokusu ve kandaki asitli oluşumlar kalsiyumu kendilerine bağlar. Eğer kan ve bağdokusunda yeterli kalsiyum bulamazlarsa damarların iç duvarındaki kalsiyumu alırlar; burada da bulamazlarsa kalsiyumu kemiklerden alırlar.

Kemiklerden bir miktar kalsiyumun eksilmesi büyük bir sorun oluşturmayabilir. Buna karşılık kanda meydana gelecek çok hafif bir asitleşme bile çeşitli hastalıklarla, hatta çoğu kez ölümle sonuçlana- bilmektedir.

Damarların iç duvarından alınan kalsiyumun yerine kolesterol geçer. Şayet sürekli azalan kalsiyumun yerine kolesterol eklenirse damarlar sertleşir ve arterioskleroz dediğimiz hastalık ortaya çıkmaya başlar. Tansiyonun yükselmesiyle birlikte sertleşen damarların iç duvarında hasar oluşur. Bazen damar cidarında meydana gelen hasarlar mikro yırtıklar olarak karşımıza çıkar ve bu yırtıklarda kolesterol birikimi meydana gelir. Bunun sonucu olarak arterioskleroz, yani damar sertleşmesi iyice yerleşir. Damarların yağlanarak sertleşmesi, beyin, kalp, penis ve vajina gibi organlara yeterince kan gidememesi demektir. Bu da felç, beyin kanaması, yüksek tansiyon, erkeklerde iktidarsızlık ve kadınlarda cinsel isteksizliğe neden olur.

Sık ve fazla miktarda kimyasal ilaç kullanan hastalarda, örneğin kemoterapi gören ağır vakalarda aşırı miktarda hücre ölümü görülür; hücre ölümleri kandaki ürik asidi artırır. Bunu nötralize edebilmek için en çok vücuttaki kalsiyum kullanılır. Bu nedenle, eksilen kalsiyumu acil olarak damar yoluyla takviye etmek gerekir.

Asitli içecekler (limonata, kola ve şekerli içecekler) kan ve kemiklerdeki kalsiyumun atılmasını kolaylaştırır ve hatta çoğu kez onun yerine geçer. Böylece kemik erimesi dediğimiz osteoporoz ortaya çıkar.

Dr. Hüseyin Nazlıkul

Odatv.com