Deprem bize neyi gösterdi
Dr. Hüseyin Nazlıkul yazdı19-02-2023
Mustafa Kemal Atatürk ve Arkadaşlarının büyük emeklerle kurduğu Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamaya heveslendiğimiz bu yıl, bizim de nöralterapistler olarak bu kutlamaya 2-4 Haziran 2023 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştireceğimiz 9. Uluslararası Nöralterapi Kongresinin hazırlıklarını soluksuz sürdürdüğümüz bir zamanda, ülkemizin bir bölümünü ve özellikle de benim doğduğum coğrafya olan Pazarcık’ı yerle bir eden ve şimdiye değin 35 binin üzerinde insanımızın ölümüne yol açan ve göçük altında kalan insanımızın 200 binin çok üzerinde olduğunu söylenen büyük bir deprem felaketi yaşadık ve hala da yaşamaya devam ediyoruz.
Depremin harabeye çevirdiği coğrafyamızda yaşananları uzaktan izlemek bile nefes almayı zorlaştırıyor ve insanı sarsıyor.
Benim memleketim olan Pazarcık ilçesini örnekleyecek olursam kentin 1/3 yerle bir olmuş, 1/3’ü en küçük bir sarsıntıda yerle bir olacak ağır hasarlı yapılar içeriyor ve geriye kalan 1/3’ü için de sağlam demek çok zor. Kentin içinden geçtiğinizde tanıyamıyorsunuz ve içiniz parçalanıyor… Sadece Pazarcık değil, Maraş, Hatay, Kırıkhan, Elbistan, Nurdağı vb. pek farklı değil. Şimdiye dek tespitlerime göre, bu depremde kayıp ettiğim yakın aile çevrem, tanıdıklarım ve bilfiil sofrasına oturduğum sohbet ettiğim insan sayısı, 200 kişiyi geçmiş…
Deprem ve bunun yarattığı yıkım, insanların günlük rutinlerinin çok ötesinde travmatik bir deneyimdir ve kolay kolay kendi başına da atlatılacak değildir.
Depremin önceden kestirilemez olması ve o anda yaşanan çaresizlik hissi, kişilerin üzerindeki travmatik etkisini daha da arttırmaktadır.
Pazarcık ve Elbistan merkezli depremin şiddeti (7.7, 7.6), etkilediği bölgenin büyüklüğü, yarattığı yıkım ve kayıplar, uzun süre devam eden artçı depremler, geciken kurtarma çalışmaları, depremzedelerin karşılaştığı barınma gibi sorunlar, bu felaketin etkisini önceden yaşanan felaketlerin etkisinin çok üstüne çıkarmıştır…
Bu deprem ile yaşadığımız ambivalans; korku, kin, nefret, dehşet, pişmanlık, öfke ve umut, sevgi, sevinç, mutluluk gibi zıt duyguları bir arada yaşamamıza sebep oldu...
Büyük felaketler ve depremler dünyanın neresinde olursa olsun her zaman dünya gündeminde ön sırayı alır; ortaya çıkardığı tablolar ve yaşanan acılar herkes tarafında ilgi görür.
Uluslararası yayınları izlediğimizde batının önde gelen yayın kanalları; rezidans, plaza, cennet gibi güzelleme yakıştırmalarıyla pazarlanan yapıların, kâğıttan saraylar gibi yok olmasının yarattığı dehşet verici tabloyu bizler görmek istemesek de gözler önüne serdi. Almanya’da Der Spiegel, Stren, Frankfurter Rundschau, Taz, Süddeutsche Zeitung, Financial Times ve New York Times olmak üzere dünyanın önde gelen gazeteleri, bu büyük depreme giden ve faciaya yol açan sürecin nasıl teşvik edildiğini ortaya koydu.
Türkiye’de yaşadığımız bu deprem ve felaket durumunda Avrupa, Asya, Latin Amerika ve Amerika başta olmak üzere birçok ülke yönetimi ve uluslararası kuruluşlar ile sivil toplum kuruluşları, maddi manevi yardım ve lojistik destek sağlayarak, ayrıca deneyimli personelini zaman kaybetmeden hızlıca deprem kurbanlarına yardımcı olmak için gönderdiğine tanıklık ettik. Dünyanın pek çok yerinden yardım eli uzatan, insanlar gördük. Bu insani çaba anlaşılır. Ancak bizim, bu acı ile daha derinde baş etmemiz lazım.
Bu deprem sürecinde yapmış olduğum gözlemlere bakarsak canlı kurtulan her canlı için ister insan ve ister bir evcil hayvan olsun, heyecan dolu anlar yaşadık... Hüzün ve mutluluk iç içe geçti adeta. Bu yaşadığımız duyguları sırf heyecan ve hüzün ile tanımlamak da eksik kalır... Çalan her telefon ile kayıplara dair aldığımız üzüntülü haberlerle korku, dehşet, nefret, pişmanlık duygusu sardı tüm yüreğimizi. Her kurtuluş haberiyle ise aynı zamanda sevinç, sevgi, birliktelik, koşulsuz paylaşım, mutluluk, umut ve inancı yaşadık...
Türkiye’de ya bendensin ya da karşımdasın diye, her şeye tarafgirlik perspektifinden yaklaşılan ve ötekileştirilen bir toplum yaratılmışken, insanların buna rağmen ortaya koydukları özveri umut verir oldu.
Emin olun ki bu büyük deprem felaketini başka birçok açıdan fırsat olarak görenler olduğunu da anlıyoruz. İzlediğimiz haberlerde yapılan açıklamalarda enkazların kaldırılması konusunda aceleci bir tutum görüyoruz. Bu büyük felaket diğer deyişle deprem enkazı molozlardan ibaret değildir...
Yaşanmışlıkla, kaç kuşak aktarımın yerle bir edildiği hayatlar var. Yıkılan yapıların içinde kalan değerli değersiz maddi manevi eşyaların, hatıraların sahibi o yıkılan evde oturanlardır.
Akut süreci aşmak üzereyiz, asıl bugünden itibaren ehliyetli ve liyakat sahibi insanlarla önümüzdeki 10 yıllın rehabilitasyonu için hazırlanmamız ve bölge insanının yaşamını kolaylaştırmamız lazım.
Peki bunun için hazır mıyız?
Buna yönelik bir hazırlık planımız var mı?
Üniversitelerin uzaktan eğitime geçmesi seçeneğini tercih eden yöneticilerin bu konuda da bir planlarının olmadığını görebiliyoruz.
Yeterli hijyen koşullarının sağlanmadığı ortamda, beklenen akut salgın hastalıkların yanı sıra depremin ilk günlerinde yeteri kadar su içmeyen insanlarda gelişen böbrek rahatsızlıkları ve özellikle ezilme biçiminde yaralanma (Crush Sendromu) ardından ortaya çıkan nekrozun sebep olduğu enfeksiyon ve organ yetersizlikleri de önümüzde duran büyük bir sorundur.
Bu depremin sonuçlarına yönelik rehabilitasyon önümüzdeki 10 yıl planlı bir şekilde ancak hafifletilebilir. Bunun için de doğru nitelikle bir plan dahilinde ilerlemek gerekir. Çözüm; bir an önce bina yapmaktan önce, planlı bir hazırlık içinde olmak gerektiğini göstermektedir. Çocukların bu travma altından nasıl kalkacağı ve eğitimlerinin nasıl şekillenmesi gerektiği sırf karın doyurmakla olmamalıdır.
Deprem sonrası yaşanan korku ve kaygı, özellikle çocuklar için çok zorlayıcıdır. Bazı çocuklar, küçük yaşlarda normal olan parmak emme, altını ıslatma gibi davranışlara geri dönebilirler. Kabuslar görebilir, yalnız yatmaktan korkabilirler. Okul başarıları etkilenebilir. Ayrıca daha sık öfke nöbeti gösterebilir ya da içlerine kapanıp, yalnız kalmak isteyebilirler.
Depremin, bunu yaşayan insanlar üzerinde çok büyük ve uzun vadeli etkileri vardır ve olacaktır. Deprem bölgesinde bu travmaları yaşamış insanlar başta olmak üzere öncelikle tıbbi ve psikolojik problemlerini çözmek için farklı branşların ortak hareket etmeleri ve hasta odaklı rehabilitasyon hizmeti vermeleri çok önemlidir. Bunun doğru planlanması ve liyakat sahibi insanların öncülüğünde koordinasyonu şart…
Deprem coğrafyası başta olmak üzere tüm toplum olarak yaşadığımız bu durum Travma sonrası stres bozukluğudur. Her yaştan insanda travma sonrası stres bozukluğu olabilir. Özellikle ailelerinde büyük kayıpları olan, uzun süre göçük altında kalan ve onların çıkarılması için çaba içinde olan, çıkarılamayanların tamamımda bu rahatsızlık oluşabilir.
Travma sonrası stres bozukluğu insanın tüm yaşamını etkileyebilir. Kişilerin günlük yaşamını, çalışmalarını; ilişkilerde, sağlıkta, günlük aktivitelerden alınan keyifte yani kısaca bireyin tüm hayatında bozukluklara neden olabileceğini bilmek gerekir. Aynı zamanda Travma sonrası stres bozukluğu diğer akıl sağlığı sorunları ile karşılaşma riskini de artırabilir.
Bunun en az seviyede tutulması için bugünden hazırlıklı olmak ve uzmanların önerisi doğrultusunda birlikte hareket etmek zamanı!
Deprem öncesi hazırlıklarımızda liyakatsizliğin bedelini, denetimsizliğin faturasına hep birlikte çok ağır ödedik.
Bu yolda doğru ilerlemek için daha geç kalınmış sayılmayız. Toplum olarak hep birlikte Travma sonrası stres bozukluğuna bağlı olarak akıl sağlığımızı yitirmeden kimseyi ötekileştirmeden bu işin uzmanları önceliğinde bir seferberlik yapmamız gerekiyor.
Deprem bize bu halkın bu çok zor koşularda kenetlenebileceğini gösterdi. Bu umudu hayata geçirmek için herkesin sorumluklarını hatırlayıp birlikte yol alması gerekiyor.
İnsanlar birey veya toplum olarak, travmatik bir olaydan kurtulduktan sonra ilk aşamada travmatik deneyimi düşünmeyi bırakamamak, korku, kaygı, öfke, depresyon, suçluluk gibi travma sonrası stres bozukluğu benzeri semptomlar gösterebilir. Bu tarz duyguların tamamı bireyler tarafından, yaşanan travmaya karşı verilen yaygın tepkilerdir.
Travma sonrası stres bozukluğu, ağır bir psikolojik travma sonrasında ortaya çıkan, travmatik olayın tekrar tekrar yaşanması, olayı hatırlatan uyaranlardan kaçınma ve artmış uyarılmışlık gibi özgül semptomlarla kendini gösteren bir bozukluktur. Yaşadığımız bu büyük deprem ve felaket sonrası kaçınılmaz olarak gelen toplumsal sağlığımızı ilgilendiren bir durumdur.
Amaç, bir an önce doğru konunun uzmanlarınca hazırlanacak planlı bir toplumsal rehabilitasyonun gerekliliğini yerine getirmek olmalıdır. Deprem ile ortaya çıkan hastalığın, kaybedilmiş bazen de limitlenmiş olan fonksiyonel kapasitesinin belirlenerek zaman kaybetmeden tedavi edilmesi şart. Aynı zamanda kişinin ve toplumun psikososyal ve mesleki yönden de desteklenerek günlük yaşamda bağımsız duruma getirilmesini sağlamaktır.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu ile hastalıklar oluşmadan şimdiden mücadele etmek gereklidir.
Rehabilitasyon aktif bir süreçtir. Rehabilitasyon; mevcut olan patolojiye karşın fonksiyonun düzeltilmesi, patolojinin en aza indirilmesi veya bunun ortadan kaldırılmasını sağlar. Amaç, hastanın tüm yönleriyle psikoloji de dahil olmak üzere tekrar aile ve toplum yaşantısına uyum gösterecek düzeye getirilmesidir. Bu ancak doğru, nitelikli ve organize olmuş bir ekip çalışması ile mümkün olabilir.
Umut hala var yeter ki birlikte ve konunun uzmanlarınca ciddi bir hazırlık için seferber olunsun…
Hüseyin Nazlıkul
Odatv.com