Gelecek için rahatlık alanınızı terk edin...

İçinde yaşadığımız durum ve toplum bizi rahatlık peşinde koşmaya yönlendiriyor.

Gece gündüz sürekli reklamı yapılan ürünlerin ve hizmetlerin çok büyük bölümü bizi daha çok rahat ettirmeye, daha az huzursuzluk duymamızı sağlamaya yöneliktir. TV, Radyo, Basın kısacası medya tüketim toplumu yaratmak amacıyla bizlerin rahatlamasını amaçlıyor.

Oysa gelişmeyi sağlayacak şey ise rahatlık değil, daha çok huzursuzluk ve zorlamadır. Dünyada pek çok şey zorlama ve huzursuzluk ortamında ortaya çıkmıştır. Karanlık olmasaydı ışığın anlamı olur muydu! Önce sadece aydınlanmayı amaç edinen ışık, günümüzde haberleşmenin komünikasyonun ana temelini oluşturmuyor mu! Liyakat ve yeteneklerimizi sınayan ve bizi geliştiren özellikler, daha çok bizi zorlayan ortamda gelişir. Zorluklara karşı verilen en ufak bir mücadele bile insanı yaşamında başarılı olmaya doğru yönlendirir. Karşılaştığımız güçlükler ve o güçlüklere karşı verdiğimiz mücadele bizi bu zorluklara karşı yetenekli kılar, yetenek ve becerilerimizi geliştirir. Oysa rahatlık pek çok yeteneğimizin körelmesine neden olmaktadır. Yeni bir şeyler geliştirmek ve bazı yetenekleri oluşturup canlandırabilmek için rahatlıktan biraz uzak kalmalıyız!

Kanatlanan bir kelebek hiçbir zaman tırtıl haline geri dönmez. Çünkü tırtıl halinde kanatlanıp uçmak olağanüstü çaba gerektirir. Her tırtıl kelebek olup uçamaz. Kelebek olan ve özgürce uçmasını başaran bir kelebeğin, eski rahat ortamına tırtıl haline döndüğü görülmemiştir. Rahat içinde uyuduğu kozasında her şey yolundadır.Tırtılken daha az bir enerji tüketerek, çevresinden habersiz yaşarken kelebek olduktan sonra beslenmesi için daha çok yol kat etmek zorunda kalır. Yaşam mücadelesini, aslında uçmaya başladığı ve kelebek olduktan sonra vermesine karşın, eski yaşamına döndüğü görülmemiştir. Bazı şeylerin anlamını önemsemek ve bunun için gereken enerjiyi sarf etmekten kaçınmamalıyız. Kısacası bizleri geliştirecek olan rahatlıktan ziyade zorluklardır. İnsanın başarılı olması için büyük emek vermesi gerekmektedir. Emek zorluğun ta kendisidir. Emek bizleri sürekli istikrarlı ve kararlı bir şekilde yeteneklerimizi seferber etmeye yönlendirir. Emek faktörünü nakış nakış işleyen değer yapılarından birini bize Richard Bach Martı kitabıyla çok anlamlı bir şekilde aktarmıştır. Herkesin okuması gereken önemli bir eserdir. Kısa olmasına rağmen büyük derinlikleri içinde taşıyan bir yapı taşı. Emeğin değerini ve emek ile birlikte yaşanan zorlukların sonunda elde edilen huzur, mutluluk ve sevgiyi bundan daha iyi anlatmak mümkün mü bilmiyorum...
Dostlar, burada asıl vurgulamak istediğim şey, bizi geliştirecek olan şeyin yine kendimiz olduğumuzdur. Kendimizi sürekli zorluklarla yüzleştirmek ve olanaklarımızı geliştirmek kısacası bizim elimizdedir. Zorlukları kendimiz fark etmek ve kendimizi geliştirmek nasıl ki bizim elimizdeyse, rahatlığa kendimizi kaptırıp, üretkenliğimizi köreltmek de kendi elimizdedir. Mesleki durumumuzda kendimizi başarılı kılmak için emek vermek bir zorunluluktur. Yoksa bu amansız yarışta bir yerlerde tıkanıp kalmamız an meselesidir. Globalleşen dünyada yüzeysel değerlerden ziyade, küçük ayrıntılardır insanı başarılı kılan. Rahatlığa kendimizi kaptırıp ve mesleki olarak kendimizi geliştirmediğimiz bir süreçten sonra artık kendimize olan güvenimiz de ister istemez azalacaktır. Yaşamda ve meslekte üretken ve başarılı olmak kendi elimizdedir. Mesleği ve yaşamı anlamaya çalıştığımız an karşımıza çıkan bir çok zorluğu fark ederiz ve bir çoğuyla baş başa kalırız. Bunların üstesinden gelmekse, göstereceğimiz çaba ve emekle yine bizim elimizdedir.

Gerek siyasi, gerekse toplumsal olarak çevremizde ve içinde bulunduğumuz pek çok sorunun farkında olup hareket etmek yine kendi elimizdedir. Bir kardeleni, tohumunu düşünün. Fırtına ve yağmura karşı direnen ve ayakta kalmayı başaran bir çiçek. Doğanın zorluklarını ve onlara karşı nasıl direndiğini düşünürsek, o güzelliği elde etmek için nelere katlandığını anlamak zor olmasa gerek. Oysa bizim çevremizi saran sorun ve zorluklar o kadar ağır değildir. Ona karşı gereken mücadeleyi vermektense kendimizi rahatlığa kaptırıp kendi kılıfımızın içinde susmayı tercih ediyoruz... Bir avuç insanın daha fazla para kazanması pahasına dünyayı kana bulamaları karşısında susmayı yeğliyoruz. Oysa zor olan barıştır. Barışı yeşertmek için çevremizdeki zorlukları aşmak için ne yapıyoruz? Evet barış için ve insanlığın kalıcı olması için çevreyi korumak adına ne yapıyoruz? Birey olarak bu sorumluluğu, benliğimizin hangi köşesinde hissediyoruz. İnsanlığın ve insanların doğaya ve barışa ihtiyacı vardır. Dünya hepimizin... Etrafa düşen bombalar yaşamı zehir etmekte ve dünyanın her neresine düşerse düşsün, doğaya bıraktığı kirlilik ve derin izler hep aynı kalacaktır. Bu kirlilik düştüğü yerde sınırlı kalmayıp dünyanın her tarafına yayılmaktadır. Doğa kirliliği kadar ağır olan diğer bir kirlilik ise insan kirliliğidir. İnsan kirlenmesi etrafımızı bir zırh gibi sarmaktadır. Etrafımızdaki insan kirliliği, insanlığın, içinde tutsak edildiği kafes her geçen gün biraz daha daralmaktadır.

Rahatlıktan uzak mı durmalıyız? Tabi ki buna verilecek olan yanıt hayır'dır. Ancak gelişme sağlamamız için rahatlık bölgemizi yalnızca dinlenmek için kullanmalıyız. Rahatlığı sürekli bir yaşam biçimi olarak seçmemeliyiz. Rahatlık bölgemizi bilinçli kullanacak olursak, rahat ettiğimiz o ortamda çevremizi saran toplumsal, mesleki ve kişisel sorumluluklarımıza karşı yeni enerjimizi tazeleyerek güç depolamamıza zemin hazırlayabiliriz. Bu sahayı verimli kullanmak yine bizim elimizdedir.

Rahatlık ortamına kendimizi kaptırıp vurdum duymaz bir yaşamı seçersek, emin olunki ruhumuz er veya geç kafes içinde sıkışıp kalacaktır. Kafesi fark ettiğimiz an çoğu kez artık yalnız olduğumuzu görürüz. Ruhumuzu kafes içinde hapsettirmemek için doğayı savunmak ve toplumsal barışın savunucusu olmak, hümanist olmak, insanları sevmek ve güzellikleri paylaşmak için yoğun bir mücadele içinde olmak gerekmektedir. Bunun ırksal ve dinsel bir dayanağı olması da gerekmiyor. Özgürlüğü keşfetmek yine bize bağlı. O kafesten çıkmak, doğaya ve güzelliklere uçmak, özgür olmak bilin ki sizin ellinizde. Özgürlüğü kucaklamak için rahat ortamınızdan bir parça uzaklaşmamız gerekecek. Bu durumda ünlü düşünür Fichteye değinmeden edemeyeceğim. Fichte; Özgür olmak hiçbir şeydir. Ama özgürleşmek, çok daha yüce bir şeydir! diyerek emek vererek kazanılan özgürleşmenin ne kadar önemli olduğunu belirtmiştir. Rahatlık kendimizi özgür olarak algılamamızdır... Oysa özgürleşmek birey olmakla başlar, ancak yüceliğini ve derinliğini toplumdan alır. Barış anahtarı elimizdedir. Özgürleşmenin zor olduğu açık ve ortadadır. Özgürleşmenin temelini toplumsal tolerans ve barış oluşturmalıdır.. Toplumsal barış için rahatlıklarımızdan kısmi olarak feragat edersek, insan olarak karşımızda duracak güç yoktur. İnsanlık her güzelliğe layıktır... Fakat bu güzellikleri yaşamak için etrafımızı saran zorlukları fark ederek onun için mücadele etmeye başlayalım. Hep geç kaldık... Oysa bunun için dün hareket etmemiz gerekiyordu. Haydi! Barışı, çevreyi ve toplumsal özgürlüğü köklü kılmak için el ele ....

Dr. Hüseyin NAZLIKUL,  M.D.,  PhD.
IFMANT = Uluslararası Nöralterapi Federasyonu Başkanı
Bilimsel Nöralterapi Regülasyon Derneği Başkanı