Ne amaçla yediğinizi bilin... Asıl sorun nişasta

Beyaz un, doğal olmayan karbonhidratlı besinler de sağlığa zararlıdır. Doğal olmayan karbonhidratlı besinler deyince lifli (sebze ve meyve) besinleri değil, nişastalı besinleri, özellikle kepeksiz undan yapılan yiyecekleri kastediyoruz.

Buradaki asıl sorun nişastadır. Nişasta bir polisakkarit olduğu için önce bağırsaklarda disakkaride çevrilir ve ardından kanda glikoza dönüştürülür.

Ekmek, makarna, şeker, tatlılar ve çeşitli tahıl ürünlerinde oldukça bol miktarda nişasta bulunur. Kanda bulunan ve hemen yakılamayan fazla glikoz ileride kullanılmak için yağa dönüştürülerek vücutta depolanır. Bu da şişmanlığın önemli nedenleri arasında sayılmaktadır. Burada sözünü ettiğimiz nişasta rafine edilmiş karbonhidratlardaki nişastadır. Oysa karmaşık karbonhidratlarda, yani sebze, meyve ve doğal yapılarıyla oynanmamış pirinç ve tahıl ürünlerde böyle bir tehlike yoktur. Bu nedenle et, peynir ve yumurta gibi hayvansal besin yemeyen kişilerde de kilo alma sorunu görülür ve hatta bu kişiler daha şişman olurlar. Çünkü hayvansal besinler aynı zamanda protein de içerirken, nişastalı besinlerde protein hemen hemen yok denecek kadar azdır.

Tansiyonun asıl sebebi hayvansal besinler (et, peynir ve yumurta) ve hamurlu yiyeceklerin (beyaz unlu mamuller) aşırı tüketilmesi ve bedensel aktivite eksikliğidir. Beyaz un vitamin ve mineral içermez.

Oysa kepekli undan yapılan ekmek, B1, B2, B3, β-karoten (provitamin A) ve E vitamini ile bakır, manganez, magnezyum, fosfat, demir ve çinko içerir. Lifli besinler (kepekli un, keten, yulaf ezmesi, meyve ve sebze) safra asidini kendine bağlar ve böylece safra dışkıyla dışarı atılır. Eksilen safrayı karşılamak için kandaki kolesterol karaciğere taşınır, safra asidi yapımında kullanılır. Böylece kandaki kolesterol azalır. Lifli besinler kalınbağırsaklarda bakteriler tarafından küçük zincirli yağ asitlerine bölünür. Bu küçük zincirli yağ asitleri kolesterolün oluşmasını önler. Bu da kolesterolün kandaki düzeyini düşürür. Kandaki yağın azalması ve sertliğin önlenmesiyle hücrelere gerekli olan besleyici maddeler taşınır ve böylece kişinin enerjisi artar ve sağlığına kavuşur.

Beyaz undan yapılan ürünlerin ülkemizde çok fazla tüketildiği düşünülürse, Türkler protein, mineral ve vitamin yetersizliği (avitaminoz) olan bir millettir diyebiliriz.

Beyaz şeker, günümüzde şeker ve şekerli gıdaların tüketimi çok yaygınlaşmıştır. Doğal şekerin yapısında aynı zamanda vitamin, mineral ve enzim de bulunduğu için zararlı değildir. Eskiden kullanılan esmer şeker, sağlıklı ve doğal bir şekerdir. Yıllar önce tatlandırıcı olarak bal ve pekmez kullanılırdı. Şeker pancarından elde edilen şeker ilk zamanlarda doğal yapıdayken, sürekli olarak yeni yöntemlerin geliştirilmesiyle günümüzde tüketilen beyaz şekerin içerisinde hiçbir vitamin, mineral, enzim ve aminoasit bulunmaz hale gelmiştir. Üstelik şeker pancarının en önemli kısmı, hayvan yemi yapımında kullanılmaktadır. Beyaz şeker, kan şekeri düzeyini birdenbire yükseltir, çünkü vitamin, mineral, enzim ve aminoasit içermediği için kana geçişi hızlı olur.

Bir taraftan kandaki şeker düzeyi yükselirken, diğer taraftan bunu hücreye taşıyacak olan insülinin yeterince salgılanamaması zamanla şeker hastalığını ortaya çıkarır. Bu nedenle beyaz şeker kullanmaktan kaçınılmalıdır.

Pek çok hastalık, hızlı ve çok yemek yeme ve aşırı hayvansal besin tüketmeye bağlıdır. Bu durum bağırsak florasını bozmaktadır. Bozulan dengeler nedeniyle faydalı bakteriler azalır, zararlı bakteriler, tehlikeli mantarlar ve virüsler devreye girer ve beklenmedik hastalıklar ortaya çıkar. Hayvansal besinlerin, özellikle et ve et ürünlerinin haftada en fazla iki defa tüketilmesi gerekir.

Asyalılar pirinç, deniz ürünleri, sebze ve meyve; Avrupalılar patates, lahana, meyve, sebze ve hayvansal ürünler; Afrikalılar ise sebze, meyve ve tahılla beslenirken, Türkiye’deki özellikle varlıklı insanlar, hastalık derecesinde et, peynir ve yumurta gibi hayvansal besinler ile kepeksiz unlu mamuller ve alkol, fanta ve kola gibi içecekler tüketmektedirler.

İçecekler, beslenme deyince aklımıza ilk olarak yiyecekler gelmektedir, oysaki içecekler de çok önemlidir. Çünkü bunlar tüm sindirim sistemimizi altüst edebilirler. Örneğin siyah çay uzun süre ve aşırı miktarda içilirse bağırsakları kurutur ve sindirim işlevini bozar. Siyah çayın diüretik, yani idrar söktürücü özelliği artık bilinmektedir. Halbuki insanlar zaten yeterince su içmiyor. Buna bir de fazladan eklenen çay, organlar için çok önemli olan suyun yanı sıra pek çok mineralin de kaybolma- sına neden olur. Çay gibi kahvenin de sürekli ve aşırı tüketilmesi başta gastrit olmak üzere birçok rahatsızlığa yol açar. Ancak gün içinde 1-2 fincan kahve içmek sorun yaratmaz. Hazır kahve ya da filtre kahve yerine Türk kahvesi ve bardak içinde filtrelenen kahve içmek daha doğru.

Asitli içeceklerin başında şekerli limonata, kola vb. gelmektedir. Hemen asitleşen bu içecekler, kanın ve dokuların asit-baz dengesini bozarak asidoza sebep olur. Ayrıca içerdikleri aşırı miktardaki şeker nedeniyle kemikleri eritir ve sindirimi zayıflatırlar.

Doku ve kanda birikmiş asitli toksinleri nötrleştirip atmak için detoks programı süresince yeterli miktarda su içilmesi temel ilkelerden biridir. Aslında bu ilke sağlıklı bir yaşam için de geçerlidir. Suyla ilgili daha detaylı bilgiler su bölümünde kapsamlı olarak ele alınmıştır.

Ancak burada şu kısa açıklamayı yapmak yerinde olacaktır. Suyun bir hafızası vardır ve geldiği yerle ilgili önemli bilgileri içinde taşır. Oysaki bizler artık neredeyse doğal sudan çok, plastik şişelerdeki suları içiyoruz. Plastik maddeler suya doğal olmayan, olumsuz ve zararlı bilgiler yüklemektedir.

Kahvaltı ve yemeklerden önce iki bardak su içmek, kişilerde erken doygunluk hissi uyandırır ve aşırı yemek yemeyi önler. Suyun yemeklerden yarım saat önce içilmesi daha sağlıklı bir yaklaşım olur. Yemek sırasında su içilmemesi gerekir. Aynı şekilde yemeklerden en erken yarım saat sonra su içilmelidir.

Kısaca özetlemek gerekirse, normal, sağlıklı bir vücutta kan ve vücut sıvılarının birçoğu hafif alkali özellikte ve dokular ile hücreler de oksijenle beslenmiş olmalıdır. Alkalilik ve dokuların yeterli oksijenlenmesi, sağlıklı olmanın ve güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmanın şartlarıdır. Patojenlerin insan vücudunda varlıklarını sürdürebilmesi için gerekli olan iki şart ise asit düzeyi yüksekliği ve yetersiz oksijendir. Bu durum kanser hücreleri için de geçerlidir. Kanser, doku kirlenmesinin ölümcül ve son aşamasıdır. Kanseri tedavi etmenin ve önlemenin en iyi yolu, kanı v dokuları alkali yapmak ve oksijenle besleyerek, kanser hücrelerinin gelişebileceği şartları yok etmektir.

Uzun ve sağlıklı bir yaşam için yılda bir iki kez birkaç gününüzü detoks için ayırmanız, harcadığınız zaman ve emeğe kesinlikle değecektir.

Odatv.com